Şimdi yazacağım satırlar tuhaf bir geceyarısı yaşamakta olan bir adamın satırlarıdır. Geceyarısı heyecan içinde kıvranan bir adamın satırlarıdır bunlar. Adam üç, dört saatlik uykudan sonra yatağında bir sağa bir sola döner, gece tam yarısıyla buluştuğunda adam kalkmakla kalkmamanın eşiğinde kararsız kalır, hareketli geçmesi gereken ertesi gün için gereken enerji alınmalı, uykunun okşayan kollarına beden bırakılmalıdır. Adam bedeninin gerçekleriyle, dipsiz bir fenomene dönüşen ruh halinin yansıması arasında ikircikli bir konumda sıkıntının pençelerinde bir saat yatakta döner, durur. Adam, son iki günü de aşırı uyarılmış bir halde geçirmiştir ki geceyarısı uyuyamayan adamın öyküsünün bilinmesi gereken önemli bir ayrıntısıdır bu. Kendi meşgalesinde, zihinsel ve fiziksel aktivitenin harman yerinde hasat toplamaya çalışan adam, son iki günde hayli yüklü bir hasat kaldırmış, alınan ürünün, malın kalitesinin iyi olduğunu, malın iyisinden anlayan çevrenin gözbebeklerinde görmüştür. “İşte” der adam malını piyasaya sürüp de ötekinin bakışında bulduğu kendi yansımasının güzelliğini, “işte” der “ben bu güzellik için yaşıyorum!”. Burda araya girmem gerekiyor çünkü “güzellik” başlı başına anlaşılması gereken bir kavram, eğer onu hızla es geçer de hak ettiği değeri güzelliğe vermezsek güzellik de hiç kimseye ışımayan bir güneş gibi söner gider. Ama “nedir bu güzellik?”, bazı sorular vardır, cevabı yoktur, kendi içinde, anlamsız olduğu için, şöyle de sorabiliriz “bu, iyi bir soru mudur?” çünkü “hayatın anlamı nedir? gibi bir sorudur “güzellik” üstüne sorulacak bir soru, Gertrude Stein’in ölüm döşeğinde sorduğu soru gibi, “cevap nedir?” Stein’ın yüzünde ironik bir tebessüm vardır, Paris’in yeşile boyanmış güzelim parklarında kara kargaların gözlerine baka baka sormuş Stein sorunun anlamsızlığını bilmenin ama yine de son nefesini verene kadar o soruyu soracak olmanın trajik misyonunda, orda son vazifelerini yapan sevenlerinin sessiz ve saygılı bakışları altında, son sözünü söyler “öyleyse soru nedir?”. Stein’in son sözleridir bunlar.
2
Bir kör renkleri tanımaz ama onlar
üstüne doğru, yerinde sözler edebilir. Aynı biçimde, müzikle, tonlarla,
notalarıyla tanışık olmayan biri de müzik üstüne benzer bir biçimde
konuşabilir. Hatta olmuş mudur bilmem ama bir müzik kuramı dahi oluşturabilir.
Demem o ki, yaşam piramidinin, yeme-içme-barınma fevkinde, ruhsal güzellik içeren
unsurlar, gündelik hayatın aldım-verdim-doğru mu? sorunsalından daha karmaşık
ve anlaşılmazdır. Ve bu nedenle, oldukça gelişmiş beyinlere sahip insanoğlu, bu
çifte-çetrefil bulmacayı çözmeye gönüllü yazılır. Bu hümanist taliplik şüphesiz
kadim ideaların yansıması, mirasıdır. Kar amacı gütmeyen bu varoluş sancısı
herhalde tün icatların anasıdır. Beyin,
dili üretir ve dil asırdan asıra dallanır, budaklanır. Gönüllü olan gönlünü
kaptırmaya hazırdır, içinde eriyeceği bir kapta bir damla olmak. Okyanusta bir
zerre. Güzelliğin sıcak kuytusunda bir yuva. Duygular o sıcaklığa eşlik eder. Zamanın
akışından bağımsız bir akış halinde bir hapşıruk gibidir zaman. Çok yaşa! Diyecek
birinin beklentisi olmadan çıkılan bu yolda, bir de hasat iyiyse, toplanan
ürünün kalitesi onaylanmışsa vitrinde, yan ürün elde edilmiştir, mutluluk gibi,
para gibi, iyi hissetmek gibi. Gece yarısı yatağında dört dönen adam,
heyecandan dönmüşse, yan ürünlerin uyarıcı etkisiyledir. Güzellik etkilemiştir
adamı. Dünyanın güzelliğine yapılan yatırımların ürününü kaldırmıştır son iki
gün içinde. Güzellik baş döndürür. Çok yakınlaşmıştır. Tehlikeli. Tıpkı fazla
oksijenin çarpması gibi, güzellik çarpmıştır adamı. Bu sıkıcı dünyada bu kadar
güzellik fazla değil mi? Çünkü biraz gülüp de sıra dışına çıkan herkesin
bildiği gibi köşe başında o güzelliği ışığını söndürmek için saf tutmuş bir
gürüh alesta beklemektedir. Ama ne dem? “Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı
hiç?” ve “Gündoğmadan deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola!” döküldüyse
dudaklarımızdan, sırf o “güzellik” içindir. Nasıl uzak kalabiliriz?