Milan Kundera’nın Sonsuzluk adlı romanını bu sefer adamakıllı okuyorum. Bir yıl önceki okumam orasından burasından rastgele olmuştu. İki okumanın ortak noktası, romanla aynı adı taşıyan Sonsuzluk adlı bölümün ilk okumada çizdiğim satırlarının yanına çizmediğim yeni satırlar ve sayfaya eklenen minik notlar. O küçük notlardan birinde, Milan Kundera, insanların ölümsüzlük karşısında eşit olmadığından söz eder. Kundera’ya göre ölümsüzlük iki türlü açıklanabilir : Bir, “Küçük Ölümsüzlük” iki, “Büyük Ölümsüzlük”, küçük ölümsüzlük, bir insanın kendisini tanımış olanların kafasında yaşaması iken, büyük ölümsüzlük, bir insanın kendisini tanımamış olanların kafasında yaşaması, demek. Herkes biraz uzun biraz kısa, biraz büyük bu ölümsüzlüğe erişebilir ve yetişkinliğinden başlayarak onu düşünür. Kundera, bir çocukluk anısını anlatır konuya dair:
“Küçüklüğümde Pazar günleri bir
Moravya köyüne gezmeye giderdim. Söylentiye göre bu köyün belediye başkanının
evinde salonda küçük bir tabutu varmış. Mutlu, rahat, kendisiyle barışık olduğu
anlarda cenaze törenini düşünerek bu tabuta uzanırmış. Bu tabut içindeki düş
anlarından daha güzel bir şey yaşamadığını söylüyormuş; ölümsüzlüğü yaşıyormuş
böylece.”
Kundera, Moravya köyündeki belediye
başkanının kendi cenaze törenini düşleyişini, “Küçük Ölümsüzlük” olarak
yorumlar, bir insanın kendisini tanımış olanların kafasında yaşaması şeklinde,
aile, akrabalar, arkadaşlar, dostlar, tanıdıklar ve yakın çevrenin düşüncesinde. Oysa “Büyük
Ölümsüzlük” epey farklı, sınırları muğlak, belirsiz, ucu bucağı yok, sonsuzluk
çoğaltılabilir, yayılabilir, nesilden nesile aktarılabilir, meçhul bayrak
taşıyıcılar vasıtasıyla bir insanyavrusunun hikayesi birkaç yüzyıl sonra,
(Sokrates iki milenyumdan fazla) dahi yankılanabilir. Büyük ölümsüzlükte, bir insan hiç tanımadığı, hiç tanımayacağı insanların kafasında yaşayabilir. Kundera, bu büyük
sonsuzluğun pek kesin ve kuşkusuz olmamakla birlikte, bazı meslekler
aracılığıyla daha kolayca gerçekleşebileceğini söylüyor arkasından. Nedir bu
meslekler? Sanatçılık ve siyaset…
Ey okur, buraya kadar okuduysan
eğer, yazının makas değişimine geçmiş olduğumuzun farkında olmalısın. Ben de,
bu yüzden ayak değiştirip, mutfağa geçiyorum, kendime bir fincan kahve
hazırlamak niyetindeyim, ketılın düğmesine bastım, su fokurduyor, jaluziyi
açtım, aydınlanan günün solgun ışığı tencere, tavada yansıdı, dolabı açtım, bir
parça bitter çikolata kahveyle iyi gider, sebzelikte, önceki gün aldığım
brokoli ve karnıbaharı gördüm, akşama menü belli olurken, gündelik şeylerin
kendini göstermesi, günün yaşanacak kısmının belli, belirsiz düşünce kıvrımları
az önce yazdığım yazıyı öteleyip kendine yer açtı, şöyle diyordu gündelik
yaşamın dokunuşları “Boşver Ölümsüzlüğü falan, anı yaşa!” Kendini gösteren,
güçlü bir çağrıydı, kahvemden bir yudum aldım, bitter çikolatadan kopardığım
bir parçayı yavaşça çiğnemeye başladım, çikolatanın, kahveyle iç içe geçiş
anını, birleşmesini, hazla karışık düşünmeye başladım, bir ölümlünün
ölümsüzlüğe dair düşünceleriyle haz birbirlerinin içinde eridi gitti!..