Önce Hüüüppp diye çekmiş, sonra
soluğunu vermiş gibi yazmış. Dıştan içe yönelen hava ısınmış, eğrimiş,
genleşmiş ve yeniden dışa yönelmiş. İlahi döngü… İçten dışa dıştan içe. Bütün
ilişkilerin bir içi bir de dışı var. Şu anki ilişki bağlamı: kağıt ve kalem…
yazı… çalakalem ya da çalatuş ya da Hüüüppp, diye! Herşey biranda oluyor, gökyüzü, deniz, toprak,
ağda balık, kürekleri tutmanın şehveti. Bostancı’da midye çıkarıyorum bir
kayadan. Az ilerde salınan sandal çapa tarıyor çalkantılı sularda. Herşey bir
curcunaya bağlı. Bir, ki, üç tık! Sessizlik… sahne değişiyor. Hüzzam makamı
fonda çalar. Çorbada tuzum olsun diyenler çoğalır. Çağrılanlar kendilerince
ellerini taşın altına koyarlar. Hüüüppp, çekeriz beraber. Sonra bir de “Om”
çekeriz. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, derler, gelenler. İnanmıştır hepsi,
ölümüne yaşamak isteyen ölüler ve ölümlüler, bütün tanımlardan, terimlerden,
harf-i tariflerden sıyrılmıştır o anda. Tam o anda olur her şey. Bir arada
olmanın hazzı ve bir yumurtayı sekiz kişi taşımanın ince zerafeti. Ama kırılmaz
yumurta. Pamuklara sarılır, şevkatle okşanır, güzel günler için büyütülür. El
ele verince, iş kolaylaşır. Hüüüppp diye, dilde kaydırınca sözcükleri, onlar
kaydıraktan kaymış gibi olur. Kuma yumuşak bir iniş yapar kendilerini
bırakınca. Ey, zembereğin boşalması, atın kişnemesi, şaha kalkmış at nalları,
yokuş aşağı koşan süvariler, Don Kişot’un Rozinantesi, koşun ey, dörtnala!
Cümleler kendi içlerine ve dışlarına bağlanmış, kendi sorumluluklarını
almıştır, rüştünü ispat eden harflerle artık bir Beyoğlu gezmesine çıkılabilir
Beyoğlu’na gitmeden, onlar kendi altlarını ve üstlerini devşirirler, haz artar,
arzu mesafenin kapanmasına izin vermez –vermemeli-. Sözcükler gemiyi ele
geçirir, gökteki yıldızlardan apolet yaparlar, insanoğlunun gözü hep
yüksektedir, bir selam çakınca semaya, ordaki kükrer, çağrının çekimi mıknatıs
gibidir, esrime var ya, bahsi geçen o esrik gözler, onun ülkesinin
sınırlarından geçer. Esrime ülkesinde bizi, dilbazlar, cambaz ve camgözler,
kalembazlar, şahbazlar, hatta madrabazlar karşılar, sorarlar “Elle tutulur ne
getirdiniz?”, “Yağmur bulutları” deriz, envai çeşit bulut çeşitleri taşıdığımız
söyleriz, taşıdığımız yükün an be an değiştiğini, öyleki çoğu zaman neyi
taşıdığımızı fark edemediğimizi, ama soran olursa “bulutları gezdiriyoruz işte!”
deriz, mevzumuza dair alçakgönüllü bir fısıltıyla konuşma tarzımız mevzusuzluğu
kabullenmiş olmanın kanıtı gibidir, onlar da bunu fark eder, bizden zarar
gelmeyeceğini, hayata “bırak dağınık kalsın” babında baktığımızı anlarlar,
bulut taşıma işine girmemizin bulutsu olanla, yani uçucu geçicilikle ilgisini
onlar da bilirler, çünkü onlar esrime ülkesinin sakinleridir.Sonra bir giriş
belgesi uzatırlar, göz, kaş, boy, pos, endam ayrıntılı yazılır, huyu kısmına
iyidir, yüzü kısmına güzeldir, dudakları kısmına güleçtir yazarız, ilave
kısmına eğlenmeyi severiz, gülmeyi sevdiğimiz gibi ve tabanımız yerindedir,
sözcüklerini ekler formu tamamlarız… Onlarda, oturaklı bir kaşe vururlar
belgenin altına ve son sözü söylerler : “Hüüüüpppp, diye bir solukta altını
üstünü bir ederiz! Biz dervişler!..
Perşembe, Şubat 02, 2023
Bulutçular
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Boyalı Kuş
Jerzy Kosinski Boyalı Kuş’ta bir kuşçudan bahseder kitabın bir yerinde, kuşçu biraz psikopat ve sadisttir, sevgilisi ortalıkta görünm...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder