Yaşam sevinci nedir ki gelir geçer, tıpkı hava gibi, civa gibi elle tutulmaz, bir var bir yok, İstanbul’un havası gibi. Yaşam sevincini döşeli taşlarının altına saklamış İstanbul onu bulup çıkarmaya teşne ruhları oyalar yüzlerce yıldır. Bilinir ve söylenir ki İstanbul’un havası kadına benzermiş, bu sözde biraz da “kadın” güvenilesi güç olan, kaygan bir zeminde rakseden şuh ve değişken bir varlıkta gizlidir. Muhtemelki bu konuda kalem oynatmış pek çok yazar geldi geçti İstanbul sokaklarından, Hilmi Yavuz onların ne ilki ne de sonuncusu, niyetlenip de okuyamadığım kitabının adında hem “kadın” hem de “İstanbul” birlikte anılıyor. Belli ki ilahi bir kattan gelen buyruk ile İstanbul ve Kadın menşeli bir metin yazmak üzereyim. İstanbul sokaklarında, kentin meydanlarında, ara ve arka sokaklarında, varoşlarında çektiğimiz varoluş sancılarının sebebi olasılıkla bu iki bilmecenin çifte çetrefil oluşu olsa gerek, denilse ben de o minvalden esen rüzgara kendimi bıraksam yeridir hal-i ahvalimce. Ey biçimlere, şekillere ve bilimum dış etkilere gark olmuş fani beden, hepimiz geldik, gidiyoruz ve sırf bu yüzden sırf bu yüzden her daim başaramasak da hiç değilse günde bir doz yaşamı olumlamak boynumuzun borcu değil mi?