Herşey değişiyor. Acayip
bir durum ama öyle. Bir şeyin hükmü ertesi gün geçersiz oluyor. Büyüdüğüm
mahalle de değişiyor bütün dünya gibi. Mahalleyi mahalle yapan o koca çınarlar
bir bir devriliyor. O aşina olduğumuz gövdeleri, dalları, gölgesinde mevsimler
boyu söyleştiğimiz havası yerini tuhaf bir çıplaklığa bırakıyor. Mahallemin
taşında, toprağında geçmişin izlerini arıyorum. Yaşlanmış olabilirim bu hesaba
göre. Her şeye rağmen birkaç yeni filiz, birkaç güzel bakış, birkaç göze hoş
gelen bir yaşam sevinci eksik olmuyor dünyadan. Hissemize düşeni alıyoruz.
Böyle halden hale geçen
anlar yaşıyorum. Bir bakmışım mavi olmuş gökyüzü. Kuşlar cıvıldamaya başlamış.
Senin, sizlerin bir bakışı, bir gülüşü, manalı bir sözü, yaşam sevincini
çoğaltan bir anlatısı boşluğu doldurmuş. İçinizden birisi şiir yazıyormuş gizli
gizli. “Neden gizliyorsun?” diye sormuşuz, “bi oku gözünü seveyim!” diye ısrar
etmişiz, o da ısrarlara dayanamamış, okumaya başlamış, bizler alkışı severiz, o
da hakkını vermiş kendisine değer veren yarenlerinin söz söz üstüne sözlerinde…
sonra dördü birden yakışmış oraya, güzellikler üst üste gelmiş, insanlar daha
güzelleşmiş, çirkinlik dünyadan silinmiş, herkes birbirini güzel görmüş, öyle
ki çılgıncasına güzel hem de! Havada tuhaf bir şey varmış, insan sarhoş olmuş!
Şimdi elde ne kaldı! Eski
bir anının o buruk tesellisi mi? Yaşadıklarımızın hala bizimle birlikte
olduğunu bilmenin nihai kıvancı mı? Bizi biz yapan o harcın içindekilerle
barışmış olmanın huzuru mu? Hepsi ve daha fazlası geçmişin, hikayenin,
mazinin o bulanık, kayıp, vefasız kuytularından çıkıp da dile geldiğinde o
anları yeniden yaşamamak mümkün mü? İnsan esnek ve rahat bir ayakkabı gibi
olduğunda, evet, yani, o iletişimcinin hafızama kazıdığı gibi “eski bir
ayakkabı gibi” olduğunda, hem geçmişinle, hem geleceğinle, hem de bugününle
barışıyorsun. Geçmişin, geleceğin, bugünün, sizin duygu ve düşüncelerinizden
haberdar olmaması, yaşadığınız her neyse onun dışında kalmasının pek bir anlamı
yok. Tek kişilik bir barış elçisi gibi geziyorsunuz sokaklarda. İnsanlar,
hayvanlar, bitkiler, çevre, esniyor, gevşiyor, rahatlıyor siz adım attıkça.
dünya bir tasarım… dünya bir fanteziler toplamıdır… dünya bir ucundan bizim
öteki ucundan ötekinin tutup da sardığı bir top çile... İpin ucunda bir el,
öteki ucunda başka bir el, baraber sararız çileyi. Çile büyür sonra. Kocaman
olur. Bir top çile… Umut çileyi büyütür… Umudun bir yanılsama olmasının hiçbir önemi
yok… Çünkü umudun ne gerçekliği ne gerçekleşme ihtimali değil çileyi sardıran, sadece
varlığı, sadece mevcudiyeti, sadece ilişkisi, ayakta tutar.
Sabahları severim.
Akşamları da severim. Geceleri de… ama güzel sabahları daha çok severim. Bütün güzel
sabahlar sanki benim için yazılmıştır. Sanki bütün bu dünya, bütün bu evren,
bütün bu kuşlar, bütün bu güzellikler benim için bir araya gelmiştir. O zaman
sokakların çağrısı dayanılmaz olur, kalkar kalkmaz koşarım, ilkin kelimeler
gelir uzaklardan, yakınlardan, geçmişten ya da bugünden, belki de gelecekten
haber veren kelimelerdir bunlar. Çeşitli dillerde, çeşitli kültürlerde, çeşitli
insan yüzlerinde görünmüş, söylenmiş, yankılanmış harfler toplamı. Kimi kelime
kendini hece hece gösterir. Bu kentin en eski lokantasında sıcak bir kap yemeği
sindire sindire yudumlarmış gibi benzerliğe tekabül eder. Bir ruh benzerliğidir
ocakta tüten. Bir an bakışlar da buluşur o çok eski umudumuzda. Binlerce yıllık
tarihimizin o limanları, o savaş alanları, o aşk yuvaları, kaderimizi yapan her
bir kıvrım ötekinin göz bebeğinde yansılanır. İnsan tüneyecek bir kucak arar
kendine ömür boyu. Sıcak ve kuytu, şevkatli ve sabırlı, cömert ve paylaşımcı,
güvenli ve öğretici. İnsan hangi cinsten ve soydan olurs olsun hep o ilk çıkışı
arar. O ilk çıkış… O ilk bakış… O sıcaklıktan ilk ayrılma anı. O ilk eksiklik…
Bütün bir ömür o ilk eksikliği tamamlamak için geçer. Biliyoruz ki hiçbir zaman
tam bir tamamlanma diye bir şey olmayacak. Fakat tamamlanma ihtimali nesebin,
züriyetin, neslin devamlılığını sağlayacak. “Ben senin beni sevebilme
ihtimalini sevdim” diye bir mısrası vardı şairin. Ve şiirler, şarkılar her
türlü tasarım ve fantezilerimizde gerçekliğin o katı ve nobran havasını
değişirmek için. Tebdil… i mekan, tebbil-i kıyafet, tebdil-i hava. İnsan
değişkendir. Bu yüzden her şey değişiyor. Bu metnin girizgahındayız şimdi: “Herşey
değişiyor. Acayip bir durum ama öyle. Bir şeyin hükmü ertesi gün geçersiz
oluyor.” Değişim, hiç de acayip değil, girizgahta öyle yazmışım, o girizgahtan
bu yana ben de değiştim! Hava aydınlandı, insanlar uyandı, kuşlar sabaha kadar
ötmekten yoruldular ya da vardiya değişiminden sustular, tek tük otomobillerin sesi onları bastırdı. Sonra bir motorsikletli geçti sokakta,
pencereye konan kumru kuğurdamaya başladı, “bırak yazmayı, yaz yaz nereye
kadar, karnım aç benim!”, sorumluluklarımı hatırladım aniden, beslemem gereken
canlıları, günün devamını, ekmeğin hikayesini, sokakların çağrısını… her şey değişiyordu.
Ve hiç de acayip değildi değişim!..